İki Kere İki?

İki Kere İki?

Yemen’in başkenti Sana’a da bir çift çocuk gözü. Ama öyle basit bakışlar değil. Hayatında ilk defa yabancı gören, ürkek, meraklı, sevecen, gururlu….

Bükreş’te barda müşteri bekleyen bir kadın. Çekici bedenin içerisinde kopan fırtınalar; para için ikiyüzlülük, evdeki çocuk, ezilmişlik, isyan…

İstanbul’da bir taksi şoförü. Zenginliğin içinden gelip her şeyini kaybetmiş bir hayat. Her şeye rağmen sıfırdan tekrar yükselme çabası ve mesleğine saygısı…

Kazakistan’ın Türkistan şehrinde bir gece bekçisi. Korkunç bir bilgi dağarcığı; Avrupa tarihi, felsefe, siyaset, anlattığı Zulu kabilesi ile Hollanda’nın savaşı…

Etiyopya’nın başkenti, Addis Ababa’da teneke kulübe içerisinde yaşayan dünyalar güzeli Aida….

Onlar hiç bir zaman “Dört” bulamamışlar sonucu.

Ya Orhan Veli….

Yaş otuz beş! Yolun yarısı eder.
Dante gibi ortasındayız ömrün.
Delikanlı çağımızdaki cevher,
Yalvarmak yakarmak nafile bugün,
Gözünün yaşına bakmadan gider.

Cahit Sıtkı, otuz beş yaşı yolun yarısı olarak tarif etmiş, fakat yine başka bir şair Orhan Veli Kanık otuz altı yaşında ölmüş.

Otuz beş hiç de yarısı değilmiş ömrün.

Vücudunuzda binlercesi olan ipince bir sinirin içerisinde bir kütle büyüyebileceği hiç aklınıza geldi mi?

Eminim gelmemiştir. Fakat benim aklıma gelmeyen, başıma geldi. Ceviz büyüklüğündeki kütlenin sağ tarafında beyne giden damar var, sol tarafı ise hafif omuriliği zorluyor. Bir tarafta ölüm, bir tarafta felç.

Otuz üç yaşında geçirdiğim ameliyat.

Sonrası; iyi huylu mu? Kötü huylu mu? Hayatınız yalnızca bir cevaba bağlı.

İyi huylu. Allah ömür versin.

Ölümü görünce, hayatla tanıştım. Bu sayede ruhum ile tanışma fırsatı buldum. Artık benim iki yöneticim var. Beyin ve ruh. Diğerleri asker, ama bir asker olmadı mı da işin tadı kaçıyor hani.

Beyne sorsanız, iki kere iki dört etmez diyenle bir daha konuşmaz bile. Ruhuma sorarsanız ise ben hep çarpıp duruyorum daha bir kere bile dört çıkmadı diyor. Geçirdiğim ameliyata kadar beni hep beynim yönetti. Şimdi ise onun bir rakibi var.

Doğrusunu isterseniz beynim biraz gözden de düşmüş durumda. Yeni gözdem, ruhum. O daha sürprizlere açık, onun beni yönettiği zamanlar daha çok eğleniyorum. Beynimin yönettiği hayat, meğer ne kadar sıkıcı ve ne basma kalıpmış. Ruhumun kararları öyle mi ya, alabildiğine maceracı.

Ayrıca onu besledikçe, beni beynimden çok daha önce uyardığı da oluyor.

Medyumlara inanır mısınız? Ben inanmazdım. Ta ki ameliyat sonrası üç dört ay sonra ruhumun acıyla babamı özlemesine değin.

Hararetle babamı arıyorum, cep telefonu kapalı. Ruhum huzur vermiyor. Annem bir güne gitmiş, bayanlar toplantısında. Ağabeyim bir restoranda yemek yediğini söylüyor. Eşim Tada’yı arıyorum. “Tada, babama bir şey oldu hissediyorum, bana söylemiyorlar. Sen arasana şunları, sana söylerler”. Biraz sonra Tada beni arıyor. “Yok, iyi baban, bir işi varmış evde değil”. Oysa ruhum bas bas bağırıyor, baban sıkıntıda diye. İşte o bağırmaya başladığı anda apartmanın içinde bir hırsız babama saldırıyor, yerlerde boğuşuyorlar. Sağ salim atlatıyor bu vahşiliği. Ailede herkes habersiz.

Altıncı his derler ya. Öyle değil işte. O ruhun ta kendisi. Niye kadınların altıncı hissi kuvvetlidir derler? Erkeklerin doğasında beyin yönetimi, kadınların doğasında da ruh yönetimi ağırlıklıdır.

İster kadın olun, ister ise erkek yıllar geçtikçe insanın ruhu bastırılıyor. Ruhunu bastırmayanlarımızın çoğu ise sanatçı oluyor. İnsan doğduğunda tüm yönetim “Ruh”ta, beynimizin saltanatı zorla bastırıyor rakibini gün be gün.

Aslında “Beyin” ve “Ruh” bizi yönetse bile onları da dünyamızda yönetenler var. Beyin, “Para”nın kölesi. Ruh ise “Duyguların” kölesi.

Bakın çevrenize. Parayı yaratan beyin, nasıl da paranın kölesi olmuş. Bu “ilk başta eşyanın size ait olması, bir süre sonra ise sizin o eşyaya ait olmanız” gibi. Ne kadar kazanırsanız, o kadar derdiniz olur. İnceleyin dünyadaki intihar istatistiklerini.

Hiç şaşırmayın. O zengin dediğiniz ülkelerin halkları, listenin başında.

Yirmili yaşlarda hep kırk yaşındaymış gibi davranmaya çalıştım. Şimdi ise yaşımı ve hatta ruhumun önceden yaşayamadıklarını doya doya sindirmeye çalışıyorum içime. Kimseyi kırmadan, ailemi ihmal etmeden.

Sorunlar eskisi kadar üzemiyor beni, bilmiyorsam bilmiyorum diyorum hiç utanmadan sıkılmadan, biliyorsam da diretiyorum sonuna kadar kimseye boyun eğmeden, arsız oldum biraz, kim ne der ne söyler beni hiç ilgilendirmiyor artık, sabah ola hayrola demesini de öğrendim, uyuklamak benim için bir zayıflık doğrusu, her saniyem kıymetli ve sonuna kadar benim, bol bol geziyorum bir yandan.

Biraz daha ince giyiniyorum artık hastalanmaktan korkmadan, iklimi bedenim daha iyi hissetsin diye. Ha bu arada saçımı da uzattım, iş ortamımın elverdiği kadar.

Dün akşam yaş günümdü benim, ama hayatımın en güzel yaş günü.

Çünkü yine çarptım şu iki kardeşleri sabaha kadar. Bu yaş günümde, hep başka bir rakam çıktı sonucu.

Bazen sıfır, bazen seksen iki, bazen elli beş, bazen yedi milyon dokuz yüz yetmiş üç buçuk…

Bazen de iki kere iki, yalnızca “Kikiriki”.