İletişimin İnsan Hak ve Özgürlüklerine Etkisi

Modern toplumun üç büyük bileşeni vardır: devlet, sermaye ve halk. Uluslararası düzeye baktığımızda, devlet, sermaye ve halk, sırasıyla BM’nin en tepede yer aldığı bir hiyerarşi içinde sıralanan hükümetler arası örgütler; servete göre oluşturulan gayri resmi bir hiyerarşi içinde sıralanan uluslar aşırı şirketler; ve üyeliğin boyutuna göre oluşturulan gayri resmi bir hiyerarşi içinde sıralanan uluslararası sivil toplum ve halk örgütleri biçiminde yeniden üretilirler.

İki düzeyi birleştirerek, bir devlet sistemi, şirket sistemi ve sivil toplum sistemi elde ederiz. Devlet sistemi global bir idareye, sivil toplum sistemi ise bir dünya sivil toplumuna neden olabilir; şirketler dünyası gibi bir şey de ortaya çıkabilir. Ancak global bir idareye giden süreç açıkça devlet sistemini kayırmaktadır. Bu süreç dünya sivil toplumunu danışma amaçlı kullanmakta, şirket sistemini ise kıyıya itmektedir .

İlke olarak, devlet de, sermaye de, halk da suçlu veya kurban olabilir, üçü de insan haklarını kuvvetlendirmeye yardımcı olabilir. Ama bahsettiğimiz şey insanların ve halkların insan hakları olduğu için, genel olarak kurbanların insanlar olduklarını varsayarız ve bu insanlar sivil toplumda yaşarlar. Hakları kuvvetlendirmekle en çok ilgili olan taraf da bunlar olacaktır. Sonuç olarak, devlet ve sermayeye suçlu rolleri kolaylıkla verilecektir. Ama insan hakları yapısının doğası itibariyle, devletin normları kuvvetlendirme rolü vardır; devlet, insan haklarıyla ilgili alt organları olan norm üretici BM’ye karşı da sorumludur ayrıca.

Bu ihlaller ülke içinde sivil bir rahatsızlığa, sivil toplumun kendini güçlendirmeye çalışmasına yol açabilir. Ancak, eğer devletin şiddet araçları üzerinde gerçekten tekeli varsa, sivil toplumun bu çabası kolay kolay sürdürülemeyebilir ve bu da devlet sistemi dışında mekanizmaların kullanımına yol açar. Bunlar norm üreticisi BM’nin (ve İnsan Hakları Komisyonu’nun) normatif beklentileri açıkça anlatan kararlar çıkarması; insan hakları adına ekonomik yaptırımlar ve/veya askeri müdahalede bulunması olabilir.

Sermaye tam da burada sahneye çıkar. Ekonomik yaptırımlar sermayenin olumsuz kullanımı anlamına gelir. Hiçbir yatırım, ticaret, mali işlem yapılmayacaktır .

Sermaye şirket vergilerinin ödenmesini, genel olarak mal ve hizmet akışını durdurarak, suçlu bir devlete set çekmekte çok etkili olabilir. Sonuç olarak, sermayenin geçmişteki rollerinden biri devlete ve devletin selefleri olan kral ya da imparatora hizmet sağlamaktı. Devletin, halkın rızası olmadan idare edebileceği durumlar olabilir, ama genelde şirketler ve özelde bankalar olmadan yapamaz.

Devlet, insan haklarını ihlal etmenin çekiciliği ile onları kuvvetlendirme zorunluluğu arasındaki çıkar çelişkisi tarafından felce uğratılabilirken, sivil toplum bu tür çıkar çelişkilerini hiç yaşamaz. İnsan hakları ihlallerinin bir kurbanı olmakla, insan haklarının uygulanmasını istemek son derece uyumludur. Buradan sivil toplumun coşkunluğuna ve devlet sisteminin ikiz-değerliliğine varırız. Sonuç açıktır: Sivil toplumun ve sivil toplum örgütlerinin yokluğunda, bir kurum olarak insan hakları pek çok ülkede, hatta ülkelerin çoğunda, belki de tümünde anlamsız olacaktır.

Halk örgütlenmeleri eğer yeterli donanıma sahip olsalardı, sorun bu kadar büyük olmazdı. Ortama egemen olamayıp akıntıya karşı ilerledikleri sürece, normatif bir güç sergilemek durumundadırlar. İnsan ürkütecek ya da vaatlerle kandıracak bir güçleri yoktur; bunlar devletin ve sermayenin işidir. Kendi hükümetlerinden mali yardım almaları, onları kolayca birer hükümet içi sivil toplum örgütüne dönüştürür. Başka devletlerden mali destek almaları ise bir anlamda içişlerine karışmak olacaktır; yani sorun yaratacaktır. En mantıklısı, asıl norm gönderici olan BM’nin mali destek sağlamasıdır. Yukarıda saydığımız üç kaynağın her birinden, hatta daha da fazla kaynaktan mali destek sağlanması en iyi çözüm olabilir.

Batılı varsayım, dünyanın üç parçaya ayrılabileceği yolundadır: Batıda bulunan bir merkez; Batıdan ne gelirse almak için bekleyen bir çevre; son olarak da Batının emrini ve onu izleyen mal ve hizmetleri almayı, ikinci sınıf Batı olarak içerilmeyi reddeden inatçı bir bela (onlar için gelecekte hatta şu anda daha sert bir uygulama söz konusudur). Dünyaya dair bu mekansal düzenleme görüntüsünde aslında üç düşünce vardır: merkeziyetçilik ve merkez olarak Batı; evrensellik ve Batı için iyi olanın bütün dünya için iyi olduğu düşüncesi; son olarak da belayı marjinalleştiren, belayı haçlı seferleri ile yenmeye ya da atom bombaları ile caydırmaya çalışan bir iyi/kötü ikiliği.

İnsan hakları geleneğine bu açıdan bakılabilir. İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi ağırlıklı olarak Batılı bir Birleşmiş Milletler tarafından kabul edilmişti. Bu bildirge ilan edildikten sonraki ilk yıllarda batıdan dünyanın geri kalanına doğru yayılmıştı ve hala da yayılmaktadır. 1948 Evrensel Bildirgesi’nin ilan edilişinden bu yana geçen neredeyse bütün dönem boyunca Doğu-Batı ilişkilerine hakim olan soğuk savaş sırasında, Batının kendini özellikle güçlü gördüğü medeni ve siyasal insan hakları üzerinde, sosyalist ülkelerin kendilerini daha güçlü görmeye eğilimli oldukları sosyal ve ekonomik haklardan daha fazla durulmuştur. Çoğu batılı ülke her iki insan hakkı türünde de çoğu üçüncü dünya ülkesinden daha üst sıradadır.

Ülkemizde de insan haklarının yayılması, bu haklardan yararlanacak olan sivil toplum örgütlerinin azlığı ve elinde güç bulunmaması nedeniyle, ancak batılı ülkelerden gelen baskı ile olabilmektedir. Ekonomik kayba uğrayan sermaye, işine gelmese de insan haklarının desteklenmesi tarafında yer alabilmektedir.

Ülkemizde 1950 yılında yürürlüğe giren ve bugüne kadar hiçbir değişikliğe uğramayan ender yasalardan birisi Matbaalar Kanunu’dur. Bugüne kadar birçok değişiklik geçiren Basın Kanunu da aynı tarihte yürürlüğe girmiştir. Bu kanunlar iletişim üzerindeki baskıyı sınırlamaya yönelik çalışmaların etkileridir. Şu anda iletişimin üzerindeki baskılar azaltılmakta, bu amaçla kanunlarda değişiklikler yapılmaktadır. Bu değişiklikleri yıllardır Batı zorlamaktadır.

İletişimin önüne engel koymakta direnen bazı devletlerde iş askeri güç kullanmaya kadar varmakta, artık iletişimin engellenmesine izin verilmemektedir.

Sonuçta merkezden çevreye, Batıdan üçüncü dünya ülkelerine yayılmaya çalışan insan hak ve özgürlükleri, sağlıklı bir iletişime ihtiyaç duymakta ve bunu sağlayabilmek için ekonomik ve hatta gerekirse askeri yaptırımlar bile uygulayabilmektedir.

Kaynaklar:
1. Bir Başka Açıdan İnsan Hakları (Johan Galtung)
2. Kitle İletişim Araçları ve Kişilik Haklarının Korunması (Cevat Özel)