
Okuyucu’ya not: Uzunca bir zamandır Çalakalem’e yazı yazamadım. Her ne kadar okuyucu kitlesi az da olsa, okuyucusuna saygısı olan yazar, ne yapar ne eder onlara ayıracak zamanı yaratırdı. Bu tanıma göre ben, okuyucusuna saygısı olmayan yazar sınıflamasına girmiş oluyorum. Özrümün kabahatimden büyük olmaması için de, şimdilik sadece, yaşadığım mekanda yapılmış değişikliği öne sürüyorum. Özetle, tekrar göç ettik. Ayıplamadan önce, Orta Asya’dan göç etmiş atalarımıza kızın, ne de olsa onların torunlarıyız. Yaş geçer huy geçmezmiş. Affınıza sığınıyorum. A.A.
Politikacının iyisini de kötüsünü de bulmak aynı derecede zordur. Size göre -diyelim oy kullanan bir vatandaşsınız- politikacının iyisi dürüst, mert, kalender olanıdır. Eğer siyasetin, bürokrasinin (buna Kamu İktisadi Teşekküllerinde çalışan üst düzey yöneticileri de ekleyelim), ya da iş dünyasının bir ferdiyseniz, bunun tam tersi, işinize yarar. Yani dürüstlükten ziyade nabza göre şerbet vereni, mert olanından ziyade gerektiğinde, bükemediği bileği sıkmasını bileni, kaynak dağıtırken, sizin kasenize bol kepçeden vereni, kaynınıza, biraderinize, yeğeninize, bacınıza makam ya da memuriyet vereni, iyi politikacı sınıflamasına uyacaktır.
Olaya ilmi bir açıdan bakıyorsanız, politikacının iyisi demin anlatılan tanımlamaların her ikisini de yeri geldiğinde becerebileni olacaktır. Nitekim politika Yunanca “poli-çok” ve “tik-yüz” kelimelerinin bileşkesinden meydana gelmiş bir sözcük olduğundan iki yüzlü olmak iyi politikacı olmaya yetmez; çok fazla renge ve şekle girebilmek şarttır. Seçimlerden önce seçmenin, seçimlerden sonra da siyasetçilerin, bürokrasinin, iş dünyasının ve -fısıltıyla söylüyorum- ordunun isteklerine cevap verebilmeniz sizden beklenecektir. Çok yüzünüz yoksa bu işe hiç soyunmayacaksınız. Bukalemun gibi her renge girecek, sıvı olup her kaba sığacak, sorunlar büyüdüğünde de gaz olup kaçacaksınız. İkinci defa seçilmiş dürüst politikacı azdır. Kendisi yemiyorsa onun yemediğini ya da yemeyeceğini bilen altındakiler malı götürür. Yalan söylemeyeceğini bilen, onu yalan söylemiş durumuna sokar, koltuğunu altından kaydırır. Bir bakmışsınız o (dürüst) gitmiş yerine dürüst olmayan (başarılı) gelmiş.
Gelelim politikaya .Burada siyaset değil yasal ve yürütsel uygulama anlamına gelen-policy- terimini konuşuyoruz.. Yasal ve yürütsel uygulamanın iyisini kötüsünden ayırt etmek kolaydır. Kanun koyucu ya da yürütmeyi uygulayan makamın beyan ettiği amaç, uygulama sonrası hedeften şaşmışsa, orada noktayı koyarsınız. Hedefi bulan başarılı, hedeften şaşan da ahmak politika sınıfına girer. İşin kötüsü, ahmak politika sıradan vatandaşı ilgilendiriyorsa -tabiri caizse- ahmaklık mertebesi, size ve bize düşecektir.
Lafı gevelemeyi bırakıp asıl konuya geçeceğim. Anlattıklarıma, şimdiye kadar başını sallayıp onaylayanlarınız, Türkiye’de olagelen ahmakça politikalardan bahsedeceğimi sanıyorsa yanılıyorlar. Maalesef, ahmakça politikalar sadece geri ya da az gelişmiş ülkelere has değil. Avustralya seçmenleri ve seçim hakkı olmadığı gibi sofrada önüne geleni kabul etmek zorunda kalan oturma izinliler ki buna çok şükür artık yazar dahil değil, [bakınız yukarıdaki açıklama] 1997’den beri iktidarda olan Liberal Parti tarafından defalarca ahmak yerine konuldular. Ancak hafıza kaybında en az Türkler kadar başarılı oldukları için üç seferinde de yine aynı partiyi iktidara getirdiler. Bizden tek farkları biz Eco, Neco ve Sülü’yü dönüşümlü olarak seçtiğimiz halde onlarda Bob, Paul ve John’ların* soyadlarının her başarısız seçim sonrası değişiyor olması. Bu arada parantez açalım, Eco ve Neco’nun sonları, rahmetli selefleri Tonton ve Bozi Apo’ya benzese de Sülü’nün Chilly’nin enkazını devralmayacağı garantisi hala yok. Eğer Erdo/Gül ikilisi kendilerinden beklenen umutları boşa çıkarırlarsa, memlekette yeniden “Kurtar bizi Baba” nidalarının yükseleceğinden emin olabilirsiniz. Sırf bu nidaları tekrar duymama uğruna, AKP iktidarının başarılı olmasını, oy kullanmadığım halde, canı gönülden diliyorum.
Dönelim Bob, Paul ve John’un memleketine ve emektar politikacı Coni’nin (John Howard) cümle alemi nasıl ahmak yerine koyduğuna;
Vaka Bir : İş dünyasında bir şikayet Coni’nin kulağına gelir. Özel sağlık sigortası kurumları sürekli üye kaybettiklerinden kan ağlamaktadırlar. İflas etmelerine Coni’nin yumuşak kalbi razı olmaz. Üstelik o da ne, özel sağlık sigortalarının sorunları şu Allah’ın işine bakın ki, kendilerinden önce iktidarda olan İşçi Partisinin uygulamaya koyduğu, evrensel sosyal sağlık sigorta sisteminin mükemmel işlemesinden kaynaklanmaktadır. Kamu finansmanlı sosyal sigorta sistemi, halkın sağlık güvencesi ihtiyacına o kadar iyi karşılık vermektedir ki kamu sağlık hizmetlerinden şikayetçi olduğu için önceden özel sigorta kapsamına girmiş halk, hizmet kalitesi arttıkça sapır sapır özel sigorta kapsamından çıkmaktadır. Tabii durum kamu hizmet arzında sıkışıklık yarattığından Coni, bu densizlere haddini bildirmesini bilir. Önce “Şimdiden sonra özel sigorta kapsamına girmeyen yüksek gelirlilerden daha yüksek vergi alacağım” der. Aklı başında halk oltaya gelmez, yüksek vergi vermeye razı olur. Çünkü bilmektedir ki verdiği vergi, zaten kendisine daha iyi sağlık hizmeti olarak geri dönmektedir. Coni, bunun üzerine “30 yaşından büyükler, eğer 30 Haziran 2001’e kadar özel sigorta kapsamına girmezlerse, primleri yaşa bağlı olarak arttıracağım, o tarihe kadar girenler ise ömürlerinin sonuna kadar, 30 yaşa ait sigorta prim miktarını ödeyecekler” der. Yani eskiden kamu-değerlendirmeli primler risk-değerlendirmeli** hale gelir. Coni hızını alamaz, kamu finansmanından özel sağlık sigortasına sübvansiyon ayırır ve prim tutarlarının %30’unu miktar ne olursa olsun vergilerle sübvanse edeceğini söyler. Aman ne de güzel olur? Zaten özel sigorta primini sadece zenginler ödeyebilmektedir. Hele daha da zengini daha kapsamlı ve daha yüksek primli planlara geçer. Fakirin vergisi zenginin ekmeğine kaymak, bal olur. Kendisine “Hani sen az devletçiydin, nedir bu vergileri arttırıp, kamu harcamalarını arttırmak’ diyenlere cevap “Dün dündür, bugün bugün”ün Avustralyacası olacaktır. Coni, bunlar yetmiyormuş gibi, bir de hizmet katkı paylarını azaltacak ya da kaldıracak önlemleri sağlık hizmet sunuculara baskı yoluyla kabul ettirmeye çalışır.
Sonuç Bir : Coni, politikasının amacını kamu kaynaklarının daha rasyonel olarak kullanılarak, zenginin özel sağlık sistemine geçirilip imkanları zorlanan kamu sağlık arzının düşük gelirlilerin ihtiyaçlarına yetebilecek hale gelmesi olarak belirtir. Aslında demek istediği “Ben özel sağlık sigorta şirketlerinin iflasına razı olamam”dır. ama halka bunu politikacı diliyle kıvırtarak sunar. Uzmanlar “Madem hizmet arzı talebe yetmiyor, özel sigortayı sübvanse etmek için ayırdığın bütçeyi, kamu kesimine ek kaynak olarak aktar” derler. Ama Coni dinlemez, çünkü bu, İşçi Partisinin politikasıdır. Özel sigorta kapsamı %30’lardan bir anda %50’lere sıçrar. Tabii katılım arttıkça devlet bütçesinden ayrılan sübvansiyon miktarı, hedefi aşar. Bu arada sigorta şirketleri üye çekmek için, kıran kırana rekabete girip, fayda – ödeme – bekleme sürelerini sıfıra indirir, dans, aerobik, spor ayakkabı masraflarını fayda kapsamına alır. Halk da -parayı ödedi ya-, bastırır özel sağlık hizmetlerini gerekli gereksiz kullanmaya. Sigorta fayda ödemeleri, prim gelirlerini aşar, şirketler, primlerini arttırmaya başlar. Düşük gelirliler, artan primleri karşılayamayacak hale gelir ve tekrar sigorta kapsamından çıkmaya başlar. Halkın vergileri çarçur olmuş olur, fakir, her ülkede olduğu gibi Avustralya’da da darbe yemiştir. Sonuç olarak, uygulanan politika ahmakçadır, çünkü hedefi şaşmıştır.
Ders Bir : İyi politikacı, Coni gibi sağ gösterip sol vurur. Sağ gösterip sağ vuramazsın, çünkü rakibin başını çoktan kaçırmıştır. Eğer Coni, halka “Fakirden (ya da kamudan) alıp zengine (ya da özele) vereceğim deseydi” ona kaç kişi oy atardı ?
Vaka İki : Coni, vergilerin yüksek ve adaletsiz olduğunu söyler ve gelir vergilerini azaltıp, yerine tüketim vergisi olarak, % 10 katma değer vergisi koyar. (Tonton Turgut’un ruhu şad olmuştur herhalde.) Gel gelelim tüketim vergisinin artmasıyla birlikte, lokomotif sektör olan inşaat girdileri % 10 artacak, halk yeni ev inşa talebini kısacak, duvarcısı, marangozu işsiz kalacak, ekonomi sıkıntıya girecektir. Coni’nin yumuşak yüreği, milyonlarca kişinin ekmek kapısı olan bir sektörün darbe yiyecek olmasına dayanamaz. Hele, sektöre ivme veren Sydney 2000 Olimpiyatları da son bulunca, ekonomik krize girip seçim kaybetmek işine gelmez. Ben “her evsizi ev sahibi yapacağım” der. (“Her eve iki anahtar : bir ev, bir de araba için.” diyen Chilly’nin kulakları çınlamıştır herhalde). Coni gayri-menkul alım-satım işlemlerinden alınan damga vergisinde indirim önerir. Her nedense, bir anda, ev sahibi olmak kiracı olmaktan daha iyidir diye bir kanı belirir. Herkes damga vergisi düşükken ev almaya koşar ve ev fiyatları bir anda artmaya başlar. Coni, vergi indirimiyle de yetinmez, hali hazırda hiç evi olmayan, yani ömründe ilk kez ev alacak olanlara, yeni ev için 14.000 dolar, ikinci el ev için ise 7.000 dolar sabit katkı sunar. Evsiz halkın iştahı açılır. Ev alamayacak kadar düşük gelirli olanı bile, sokağa çıkıp ev aramaya başlar. Bu arada hali hazırda evi olanlar böyle cömertliklerden yararlanamadan ev almış olduklarından, ahmak yerine konulmuştur ya, ahmak yerine konmayı kendilerine yediremez ve hazır kapıda bir sürü alıcı varken evlerini değerlerinin çok daha üzerinde fiyatlarla piyasaya çıkarırlar. Oltaya gelen evsizler de kamu sübvansiyonu kaldırılmadan ev sahibi olmak istediği için, bu fiyatlara razı olur. Coni’nin şansına, dünya genelinde faizler düşmektedir ve ev fiyatları ne kadar artarsa artsın faiz ödemeleri, halkın ödeme gücünü aşmamaktadır.
Sonuç İki : Coni gibi harbi liberallerden arz talep dengesiyle kendiliğinden oluşacak ev sahipliği / kiracılık oranının, serbest piyasa koşullarına bırakması beklenir. Dedik ya politikacıysan her renge ve şekle gireceksin. Serbest piyasa koşullarına bırakılsa, topu topu -bir defaya mahsus olarak- %10 artacak olan ev fiyatları, halkın galeyana gelmesiyle ilk yıl % 15, ikinci yıl % 20, kümülatif olarak % 38 artmıştır. Tabii cebinde o kadar parası olmayan halk, artan gayri menkul fiyatlarını daha fazla borçlanarak karşılar. Yani ahmakça politikanın kurbanları olarak, eskiden daha ucuza ev sahibi olup, daha az borçlanıp, daha az faiz ödemesi yapacakken ağızlarına çalınmış bir parmak balın tadı uğruna, yıllarca ödemek zorunda olacakları yüksek faizli senetlere imza atmaktadırlar. Daha çok kişi ev sahibi olmuştur ama, korkulan fiyatların çok daha üstünde borçlanarak. Avustralya tarihinde ilk kez hane halkı borçları kurumsal borçlanmanın önüne geçmiş, sokaktaki adam burnuna kadar borç içinde yüzmektedir, ama olsun. Piyasa koşulları tersine dönüp, ev fiyatları borsaların akıbetinde olduğu gibi, bir anda tepe taklak olursa, al ile mor ortaya çıkacaktır. Bu arada, halkın vergisi, bir kesimi ev sahibi edeceğim diye, gene çarçur olmuştur ama olsun, ahmaklar durumdan memnundur ve oylarını gene Coni’ye vermekten çekinmezler.
Ders İki : Politikacıysan, halkın vergilerini kendi kişisel amaçların uğruna kullanacaksın. Parayı zimmetine geçirecek kadar arsız olman gerekmez, ama bunu da yapabiliyorsan aferin sana. Etrafa duyurmadığın müddetçe bir sonraki seçim gene senin. Halktan aldığını, halka sanki kendi cebinden veriyormuş gibi yaparsın, olur biter.
Son Söz : Kızımıza söyledik, bakalım gelinimiz, yani seçimden yeni çıkan Türkiye’nin yeni milletvekilleri anlayacaklar mı?
* Bob Hawke, Paul Keating ve John Howard, geçmiş yüzyılın son Avustralya Başbakanları’nın adları.
** ‘Community-rating’ ya da ‘risk-rating’: İki farklı, sigorta primlendirme yöntemi. Kamu değerlendirmesinde üyeler yaş, hastalık ya da diğer risk özellikleri dikkate alınmadan eşit olarak aynı primi öderler. Risk-değerlendirmeli primlerde, yaşlılar ya da bilinen hastalıkları olanlar, genç ve sağlıklı olanlara nispeten daha yüksek prim öderler.
Yorumlar
İlk yorumu siz yapın