Beton Ölüm, Tahta Hayat: Çin -I-

Beton Ölüm, Tahta Hayat: Çin -I-

Türklerin Merkezi Asya’dan Anadolu’ya akan göçünün nedenlerinden biri Çin ve Çinliler. Çinliler, Türklerden önce yerleşik hayata geçmişler. Komşuları Türkleri ise hep tehdit unsuru görmüşler. Türkler yerleşik değillerdi ve çadırda yaşıyorlardı. Yerleşik hayata geçme dönemini ise Çinlilerin bölgede kuvvetli olmaları engelliyordu. Eğer yerleşik hayata geçseler, güçlü Çinliler tarafından yok edilme ihtimalleri yüksekti.

Çin bizim için yalnızca yeni bir kültürü tanımak anlamına gelmiyordu, Çin aynı zamanda köklerimizi etkileyen coğrafyaydı.

Toplam nüfus 1,25 milyar. Kabaca dünyadaki beş insandan bir tanesi Çinli. İnanması zor geliyor. Ülkenin batısında yerleşim birimi çok az. Çünkü, batıdaki dağlık ve çöl alan yerleşmeye çok uygun değil. Nüfus doğuda ve özelikle okyanusa yakın bölgelerde yoğun. Çin’in iklimini tek tipte tarif etmek zor. Çünkü, yüz ölçümü çok geniş. Kısaca yazın çok sıcak, kışın çok soğuk geçiyor. Özelikle Temmuz ayında en yüksek miktarda yağmuru alıyor.

Çin’in büyüklüğünü kelimelerle ifade etmek zor. Bir anekdot olsa da gerçekliği tartışılmaz bir hikaye size. İsviçre bilinmez bir nedenden Çin’e kızar ve savaş açar. Orduları aylar sonra Çin sınırına dayanır. İsviçre Ordusu savaşmak istemektedir, fakat Çin Ordusu bu insanların kim olduğunu ve neden geldiklerini anlayamaz. İmparatora gidilir ve “Efendim, İsviçre Ordusu kapımıza dayandı savaşmak istiyor” denir. İmparator, İsviçre hakkında bilgi ister. Kendisine İsviçre’nin Orta Avrupa’da 3-3,5 milyon nüfuslu bir ülke olduğu söylendiğinde, İmparator “Hangi otele yerleştirdiniz?” diye sorar.

Bir ülkenin, kültürüne bağlı olması o ülkeyi her yönden çok güçlendiriyor. Günümüzün dünyasında artık savaşlar iki temelde yapılıyor. Birincisi ekonomik. Ekonomik savaşı kaybeden ülkeler ekonomik zorluklara düşüyor, fakat tekrar güçlenme imkanları her zaman mevcut. İkinci savaş ise kültürel. Eğer toplumun kültür yapısı delinmiş ve içerisine başka bir kültür veya kültürler aşılanmışsa bu toplumun güçlü kalma ihtimali zayıf. Çin hakkında bir çok güçlü ve zayıf yanlar sayılabilir. Fakat ilk hissettiğiniz şu, toplum kültürüne sahip ve kenetlenmiş bir ahenk içerisinde yaşıyor.

Ağabeyim Erhan Karaefe ile birlikte 2001’in Temmuz ayı Beijing (Pekin) Havaalanı’na indik. İlk şaşkınlığımızı bindiğimiz takside yaşadık. Taksi sürücüsü bir kafes içindeymiş gibiydi. Ön koltukta sağ tarafta bir yolcunun oturabileceği bir yer kalmıştı, fakat sürücünün etrafı demirle çevriliydi. Sürücünün kendisini bu denli korumaya alması, bizi ürküttü. Şehrin güvenli olmadığını düşündük. Çin Mafyası ile ilgili bir çok film seyrettiğimizden olsa gerek zaten güvenlik konusunda ön yargılı kuşkularımız vardı. Sonradan bu demirlerin amacını anladık. Şehir o kadar kalabalık ve yoğun trafiğe sahip ki, şoförün dikkatinin dağılmaması için sürücü demirlerle tecrit edilmeye çalışılmış. Şehir son derece güvenli. Siz bir sorun veya kavga çıkarmadıkça başınıza sorun gelmesi çok zor. Şehrin nüfusu on milyon civarında. Düzenli bir alt yapısı ve sistemi var.

İlk günümüzde internetten rezervasyonunu yaptırdığım otele yerleştik. Elimize aldığımız şehir haritasıyla yürümeye koyulduk. Şehirdeki en büyük zorluk, Latin Alfabesi değil de kendi alfabelerini kullanmaları. Metroyu kullanmanız bu yüzden çok zor. Metroda yalnızca Mandarin Alfabesi ile yazılmış sözcükler var, anlaşılmıyor. Ayrıca İngilizce konuşan Çinli bulmak neredeyse imkansız. Tamamen vücut dili ile anlaşabiliyorsunuz.

Çin’e gelmeden alışveriş beklentisi içine girdiğimizden mi yoksa tesadüf müdür bilinmez, yolumuz Hıançau isimli alışveriş merkezine çıkıyor. Sadece turistler için düzenlenmiş bir yer. Gerçeğinden ayırt etmekte zorlanacağınız meşhur ve pahalı markaların taklit saatleri, kadın çantaları, bavullar, bayan giysileri son derece ucuz fiyatlara. Alışveriş konusunda Erhan gibi bir ağabeye sahip olmak herhalde büyük bir şans. Erhan pazarlığı bir sanat olarak değerlendirerek sonuna kadar uğraşıyor. Çinliler ise pazarlık cambazları. Pazarlıklar çok uzun sürüyor. Satıcının ilk önerdiği ürün en kalitesizi, fakat çok yüksek bir bedel öneriyor. Siz beğenmeyince daha kaliteli malı daha ucuza öneriyor ki hemen tava gelin. Eğer buna aldanırsanız yandınız. Çünkü en az bir kez daha size teklif edebileceği kaliteli malı ve daha ucuz fiyatı cebinde saklı. Erhan, hoşlandığımız mal için satıcının önerdiği fiyatın neredeyse onda birini teklif ediyor. Satıcı anormal bir tepki veriyor, bağrışmaya başlıyor ve git başımdan diyor. Yanından uzaklaşınca tekrar göz göze geliyoruz, bizi çağırıyor. Satıcı Erhan’ın teklif ettiği olmasa da ona yakın bir rakama düşüyor. Başlanıyor pazarlığın son demine. Azıcık Erhan yükseliyor, azıcık o iniyor. Erhan’ın teklif ettiği ilk rakama yakın bir yerlerde anlaşılıyor. Burada mühim olan ilk teklif edeceğiniz rakam. Bu sizin gönlünüzden ne koptuğuna bağlı. İnanın bana, malın fiyatı yok. Tamamen sizin ve satıcının ruh haliyle pazarlığın gelişimi doğru orantılı. Satıcı sizin pazarlığınıza ilgi gösterirse pazarlık bir yarış halini alıyor. Pazarlığın uzun sürmesinden dolayı sıkılma ihtimaliniz var, sinirlerinize hakim olmalısınız. Eğer pazarlığın ruhunu hissedebilirseniz, eğleniyorsunuz. Bazen de satıcı sizin talep ettiğiniz düşük fiyata hiç ilgi göstermiyor ve pazarlık başlamadan bitiyor. İki üç yıl önce Çin çok daha ucuzmuş. Her geçen yıl pahalanıyor.

Hıançau Pazarı’ndan çıkıyoruz. Otelimize yakınız. İlk gün otelin çevresini gezmekle geçiyor. Etkileniyoruz. Her şey çok farklı. Beklediğimizden daha gelişmiş bir şehir.

Çin denince benim aklıma hep küçük yapılı insanlar, küçük ve çatıları eğik binalar, küçük dar sokaklar gelirdi. İnsanlar hiç de düşünüldüğü gibi ufak yapılı değil. Yeni nesil Avrupa ölçülerinde fiziğe sahipler. Binalar büyük ve yollar geniş. Özellikle reklam panoları çok büyük ve dikkat çekici. Diğer yandan şu anda böyle olması şehrin geçmişinde de böyle olduğu anlamına gelmiyor. Şehir tam anlamıyla inşa halinde. Şehre tepeden baktığınız da her yerde vinç görüyorsunuz. Benim beklentim olan küçük dar sokaklar içindeki küçük evler yıkılıyor, yerlerine yeni dev yapılaşma geliyor. Şehirde dokunulmayan yalnızca tarihi bölgeler ve Eski Beijing. Beijing’e her gidişinizde yeni bir Beijing ile karşılaşabilirsiniz. Doğrusu şehri zamanında ziyaret etmişiz. Şehrin gelişiminde eskiyi ve yeniyi görme şansına sahip olduk.

Şehir çok hareketli. Sabah altıda şehrin gürültüsüyle uyanıyorsunuz. Öğleden sonra yediye kadar şehirde iş dinamiği yüksek ölçüde. Şehir bir saat gibi, aynı tempoda ilerliyor fakat hiç duraksamıyor. Yediden sonra ise şehrin iş heyecanı yumuşuyor. İnsanlar kendilerini sokaklara atıyorlar. İnsanların bir kısmı sokak kenarlarındaki kaldırımlara oturarak etrafı seyrediyorlar veya kendi aralarında oyun oynuyorlar. Özelikle yaşlılar bu tip oyunlara çok meraklı. Yerlere çizilen şekiller üzerine taşlar konuyor ve oyuncular sırayla taşlara hamle yaptırıyor. Belli ki satranç gibi düşünceye dayalı oyunlar. Kaldırım kenarlarında sık sık kümeleşmiş oyun oynayan yaşlılara rastlamanız mümkün. Havanın sıcak olmasından dolayı bir çoğu şort ve beyaz atlet giymiş. Gençler ve orta yaşlılar ise şehir merkezlerinde geziyor. Sokakta o kadar çok insan var ki, bir an evlerin bomboş kaldığını düşünüyorsunuz. En merkezi caddesi, FangFungÇing. Akşamları saat on bire kadar benim hiç alışık olmadığım inanılmaz bir kalabalık var. O kadar insanın bir arada ahenk içinde yürüyebilmesi insanı şaşırtıyor. İnsanlar aynı tempoda, birbirlerine değmeden ve birbirlerini geçmeye çalışmadan yürüyorlar. Cadde çok geniş ve temiz. Akşamları trafiğe kapatılıyor. Cadde boyunca çok büyük alışveriş binaları ve bir çok irili ufaklı restoranlar var. Bahsettiğim alışveriş binaları gerçekten büyük, bir defasında uzun süre binanın içinde birbirimizi bulamadık. Neon ışıklarıyla süslenmiş büyük reklam panoları caddeye başka bir hava katıyor.

Şehrin merkezi olmayan bölgeleri, merkeze göre daha az kalabalık. Daha az kalabalık diyorum, çünkü bu bölgeler için de, Türkiye ölçülerine göre tenha denemez. Çok kullanılan ulaşım araçlarından biri de bisiklet. Bisiklet, kesinlikle zevk için değil ulaşım amacıyla kullanılıyor. O kadar çok bisikletin birbirlerine dokunmadan dar bir alanda ilerlemelerini şaşkınlıkla izliyorsunuz. Sürücüler çok dikkatli.

Çinliler çok dakik insanlar. Şehrin sistemi de saate çok bağlı işliyor. Gitmeden internet üzerinden çok uygun fiyata iki günlük “Çin Setti ve Pekin” turu ayarlamıştık. Fakat, herhangi bir ödeme yapmamıştık. Bana, bizi otelden alacakları günü ve saati verdiler. Buluşmadan bir gece önce otele geleceklerinden şüphe duyarak uyuduk. Sabahleyin söz verdikleri saatte, iki günümüzü geçireceğimiz rehberimiz “Şing” otelimize geldi.

Beijing tarihi açıdan da çok etkileyici bir şehir. Şehir merkezinden iki saatlik bir yolculuktan sonra Büyük Duvar’a yani Çin Seddi’ne ulaşıyorsunuz. Şing’e gururla seddin yapılış nedenini soruyorum. Gururluyum, çünkü cevabının “Türklere karşı savunma için yapıldı” olacağını umuyorum. Ama öyle olmuyor, Kuzeyden gelen Barbar Moğollara karşı kurulmuş diyor. Onu kınıyor ve Hun Türklerinin tarihini okuması gerektiğini söylüyorum.

Çin Setti sanıldığı gibi bir tane değil. Çin tarihi boyunca bir çok hanedanlık gücü yettiğince bir set yapmış. İlk set yapımı milattan önce 220 yıllarında başlıyor. Fakat, Çin tarihinin en güçlü hanedanlarından olan “Ming” en büyük duvarı yapmış. Ming hanedanlığı 13.- 16. yüzyıllar arasında hakimiyette kalmış. Uzaydan dahi görülebilen bir duvar. Uzunluğu hakkında söylenen çok hikaye var. En etkileyicisi olanı, Çin Seddi’nin düzgün uzatılabilse Andramedeo’ya kadar uzanabileceği. Duvarın çıktığımız kısmının yüksekliği 50-60 metre kadar gözüküyor. Tepedeki genişlik 10 metre kadar. Seddi tırmanıyoruz. Seddin ucunu görmeye çalışıyoruz ama ucu bucağı yok. Çok uzaklardaki dağlarda dahi seddin devamı görülüyor. Kameranın dürbününden daha da uzaklara bakıyorum, set hala devam ediyor. Kameranın dürbünü bile duvarın sonunu görmeye yeterli değil.

“Hungary” yani Macaristan, Avrupa’nın göbeğinde bir ülke. Bin yıllar önce ataları Hun Türkleri, Çinlileri öylesine rahatsız etmiş ki dünyanın eşsiz eserlerinden biri ortaya çıkmış.

Beijing, yalnızca Çin Seddi değil. Önümüzdeki ay Beijing turumuzu tamamlayıp 18 saatlik ayakta geçecek bir tren yolculuğu ile Shangai’a geçeceğiz. Uyuyan dev Çin’in Shangai ile çoktan uyandığını göreceğiz.

(Yazının ikinci bölümü için tıklayın.)