
Forbes dergisinin son değerlendirmesine göre Dünyanın en zengini Bill Gates 2001 yılında on milyar dolar fakirleşmiş. Yani Türkiye Gayri Safi Milli Hasılasının (GSMH) yüzde beşi kadar. Marmara Depremi’nin 1999 yılında milli servetimizden çaldığı tahmini yüzde yedilik kayıp gibi uluslararası sermaye piyasalarının geçen sene yaşadığı depremin Bill Gates’in fakirleşmesine sebep olduğuna inananlarınız varsa yanılıyorsunuz. Bill Gates aslında servetinin büyük bir kısmını mali piyasaların azizliğinden değil kendi isteğiyle kaybetti. Ancak onu böyle yapmaya zorlayan bir takım faktörler olmadı değil.
Amerikan hükümet ve eyaletlerinin bireysel olarak Microsoft’a karşı açtıkları karşı-tekelcilik (anti-tröst) davaları yavaş yavaş nihayetlenirken tüm bu patırtı ve kütürtünün arkasında fazla dikkat çekmemiş bir husus var. Konuyla fazla haşır neşir olmayanlar için söyleyelim: Kapitalist sistemin işlerliğinin devamlılığı için ABD’de oldukça sıkı pek çok yasal düzenleme var. Karşı-tekelcilik yasaları bunlardan sadece biri ama en önemlisi. Yasa kısaca der ki: “Hiç bir kar amacı güden kurum veya kuruluş tekelci bir oluşuma gidemez ve böyle bir oluşuma gidebilecek herhangi bir rekabet dışı kurumsal davranışta bulunamaz.”
Bu yasayla ilgili bundan önce tarihi açıdan önem taşıyan pek çok dava görülmüş. Bunların akla gelen ilki 19. Yüzyıllın en zengin kişisi olan Rockefeller’ların sahip olduğu Standard Oil’e açılan dava. Daha sonra ITT, ATT (Pacific Bell Atlantic) ve IBM’e açılan davalar var. Bu davaların IBM dışındakilerin hepsini hükümet kazanmış, akabinde bu şirketlere bölünmesi ve farklı gruplara satılma gibi bir takım yaptırımlar getirilmiş. Ancak bu tip davaların görülmesi oldukça uzun zaman alıyor ve genelde sonuç davalının lehine bile sonuçlanacak olsa da, bu şirketler sarsıntılı yıllar geçiriyorlar. Bu dönemde de şirketlerin biraz davranışlarına çeki düzen verdikleri yani sonuçta ceza yemeyecek olsalar dahi, rekabet dışı davranışları terk ettikleri biliniyor. Microsoft’un huyundan ne kadar vazgeçtiğini bilemeyiz ama Bill Gates’in tavırlarının değiştiği bir gerçek.
Bill Gates’in kurucu ortak olduğu Microsoft’un işletim sistemleri, kullanıcı yazılımları ve internet erişim hizmetleri konularında rekabet dışı davranışlarda bulunduğu belirlenmiş. Ancak uzmanların bir kısmı, anti-tröst yasalarıyla ABD hükümetinin kendi bindiği dalı kesmekte ya da altın yumurtlayan kazların yemlerine zehir kattıklarını iddia ediyorlar. Örneğin ATT 20. yüzyıla damgasını vurmuş pek çok iletişim buluşlarının laboratuvarı olmuş. İlk faks mesajı onlar tarafından 1927’lerde geçilmiş, telsiz komünikasyon yani bugün cep telefonları teknolojisinin ilk adımları bu kurumun uzmanları tarafından yetmişli yılların başında atılmış, ve yine bugün pek çok internet server’ın kullandığı UNIX işletim sistemi bu kurumun uzmanları tarafından geliştirilmiş. Karşı-tekelcilik davalarının akabinde UNIX sistemi başka kurum ve kuruluşlara lisanslanmaya başlandıktan sonra bu kurum önemli bir kurumsal değer kaynağını kaybeder. Aynı şekilde kimi uzmanlar cep telefonu teknolojisinde ABD’nin GSM’i geliştirmiş Avrupalılarla üçüncü nesil telsiz komünikasyon teknolojisinde uzmanlaşmakta olan Japonların gerisinde kalmış olmalarını ATT’nin bölgesel küçük şirketlere parçalanmasında bulurlar.
İkilemi görebiliyor musunuz? Kapitalist bir ülke yasalarıyla rekabet düzenini korumaya çalışsın ve bu yasanın uygulamaları o ekonominin uzun vadede rakip medeniyetlerin gerisinde kalmasına sebebiyet versin.
Sahip olduğu kurumunun yapmış olduğu pek çok davranışın yanlış olduğunun farkında olmakla beraber Bill Gates kurmuş olduğu imparatorluğunun ABD ekonomisine ve insan hayatını kolaylaştırmaya yönelik katkıların yanında rekabet dışı davranışlarının göz ardı edilmesi gerektiği kanısındadır. Haliyle bu yönde bir beyanat veremeyeceği için, kurumunun uygarlık tarihine yaptığı katkılar üzerine yoğunlaşır. Sezar’ın hakkını Sezar’a vermemiz gerekiyorsa hakikaten ABD’nin 70 ve 80’li yıllarda ekonomik üstünlüğünü Japonlara kaptırdıklarını hatırlamamız gerekir. Lokomotif sektör otomotivde, elektronik tüketim ürünlerinde, gemi yapımcılığı, inşaat teknolojisi ve genel olarak üretim faaliyetlerinde Japonya, tüm dünyanın hayranlığını kazanmış, Kalite Kontrol Daireleri (Quality Control Circles), Tam-Zamanında (Just-in-Time) gibi asılları ABD’de geliştirilmiş verimlilik yöntemlerinin en iyi uygulamaları bu ülkede mükemmelleştirilmiştir.
Gel gelelim Japonya, iletişim ve yazılım teknolojisinde benzer bir varlık gösteremez. ATT gibi bir dev yıkılıncaya kadar Japonya’da telsiz iletişim ve cep telefonu teknolojisinde de göreceli bir araştırma geliştirme faaliyeti görünmez. Microsoft, Oracle, Sun Microsystems gibi kuruluşlar ise İngilizce dilinin yazılım ve dilbilgisi kuralları kolaylığının kisvesine sığınarak yazılım sektöründe oligopolleşirler. Japonya, rekabet üstünlüğünün olduğu imalat ve ihracata yoğunlaşır. 1990’li yıllarda saat tersine dönmeye baslar. İnternet rüzgarı tüm dünyayı kasıp kavururken, yazılım sektörü devleşir ve bu konuda rekabet avantajı olan ABD ekonomik büyüme hızında ileri hamle yapar. Ayni donemde Japon ekonomisinde ise felaket çanları çalmaya baslar, büyüme hızı yavaşlar ve 2000’li yıllarda küçülmeye dönüşür. Teori eğer doğruysa, Microsoft imparatorluğu karşı-tekelci yaptırımlarıyla birlikte yıkıldığı taktirde bayrak belki tekrar Japon’ların eline geçecektir. Nitekim yıllardır, eğitimde yabancı dil öğreniminin gerekliliğini önemsememiş Japonya’da son yıllarda hızlı bir atılım gözlenmekte yani bu dev, yazılım sektöründe eksik yönlerini tamamlama faaliyetlerine başlamıştır. Microsoft henüz yıkılmadığına göre ve yıkılması da gittikçe uzaklaşılan bir olasılık olduğuna göre bir müddet daha, ABD’nin rekabet avantajının devamlılığının süregeleceğini şimdilik kabul edelim.
Bill Gates, Microsoft’u dünyanın bir numaralı yazılım şirketi yapmaya çalışırken, bağış-yardım, vakıf çalışmaları gibi hizmetlere hemen hemen çok az kaynak ayırmaktaydı. Olsa olsa, teknolojisi geri kalmış, eski bilgisayarlar, Microsoft yazılım programlarıyla donatılıp Afrika’da okul ve kamu hizmet birimlerine dağıtılmak üzere yollanırdı. Karnını zor doyuran ve çocuklarını aşılatamadığı için okul çağına bile gelmeden telef eden bir Kıta’ya bu yardımların ne kadar katkısı olduğunu anlaması Bill Gates’in yirmi senesini aldı.
Microsoft’un devleştiği dönemlerde, ABD hükümetinin Birleşmiş Milletler’e yaklaşık 3-4 milyar dolarlık bir borcu oluşur. Birleşmiş Milletler’in oluşum kanunları gereği her üye ülkenin bir oy hakkı olmasından hep şikayetçi olduğundan ABD, borcunu mümkün mertebe geç ödemeye çalışır. ABD hükümetine göre, kim ne kadar parayı bastırıyorsa o kadar düdüğü çalabilmelidir. Nitekim Dünya Bankası ve IMF’de her ülkenin üyelik hissesi kadar oy hakki olur da neden ayni kural Birleşmiş Milletler’de uygulanmaz? Öyle ya, bir bakarsınız, Pasifik adalarından, yada nüfusu bir beldeyi ancak dolduracak bir üye ülke el kaldırıp, ABD politik tercihlerinin aksinde oy kullanıyor ve Birleşmiş Milletlere kuş yemi almaya yetmeyecek bir fon katkısında bulunuyor?
Kriz, etap etap yükselmekteyken, beklenmedik bir sürpriz kararla CNN’in kurucusu ve en büyük hisse sahibi Ted Turner, Birleşmiş Milletler’e bir milyar dolarlık bir bağışta bulunacağını açıklar. Turner’a göre, Birleşmiş Milletler’in içinde bulunduğu mali kriz, aynı 1920’li yıllarda ABD’nin yan çizmesiyle işlevsizleşen Uluslar Birliği oluşumunun çöküşü ve ardından gelen İkinci Dünya Savaşı’na benzer bir durumdur. Yani Turner üçüncü bir felakete koşulmasından düpedüz endişe eder. O dönemde serveti 3 milyar civarında olan Turner, serveti neredeyse kendisinin on katı olan Bill Gates’e ve bir o kadar zengin Warren Buffett’a atıfta bulunarak, kendisinin ancak servetinin üçte birini bağışlayacak bir ekonomik güce sahip olduğunu ötesini kendisinden daha varlıklı olanların düşünmesi gerektiğini ifade eder.
O donemde sadece bir birey tarafından tek celsede yapılan bu bağışın büyüklüğü, dünyanın en büyük ekonomisine sahip ABD’nin borcunun dörtte birinden fazla bir rakama denk gelmekteydi. O yıllarda Bill Gates kendisine atılan taşı görmezlikten gelmeyi yeğledi. Ta ki, yaklaşık üç beş yıl sonra ABD hükümeti sahibi olduğu kuruma dünyanın en büyük tazminat davalarından birini açana kadar. Bill Gates’in sahip olduğu kurumdan talep edilen tahmini tazminat miktarı ne olursa olsun, Bill Gates, en çok başka bir hususa içerler. ABD devletine kendisi hem kişisel olarak hem de kurumsal olarak yıllarca yüklü miktarda vergi ödemiş, kapitalist düzenin hızlı bir savunucusu olarak her zaman ABD’nin ulusal çıkarlarını gözetmiştir. Gel gelelim, saygıdan esirgemediği bu kurum, tarihsel bir yanılgıya düşmekte, yani ATT örneğinde olduğu gibi ABD’yi medeniyetler yarısında geriye itecek bir kararı uygulamaya hazırlanmaktadır. Buna misilleme olarak ABD devletine verilebilecek en güzel ceza bundan sonra ödeyeceği vergilerde kısıntıya gitmek olacaktır. Bunu da nasıl mi yapacaktır? Türkiye’de çok yaygın bir yöntem olan bir vakıf kurarak ve servetinin önemli bir kısmını bu vakfa devrederek.
Türkiye’de vakıflarla haşır nesir olanlar bilirler. Vakıf kurmak için çok yüksek bir sermayeye gerek yoktur. Eğer ödenecek verginizi azaltmak istiyorsanız ya da sponsorluk katkısında bulunacak kurumlardan vergi beyanında indirime gidilebilecek bir rakam tahsil etmek istiyorsanız, bir vakıf kurarsınız ve bir anda Maliyeye değil Vakıflar Genel Müdürlüğü’ne bağlanırsınız.
Bu yöntemin tersini devlet kurumları da yapar. Örneğin farz edelim, bir kamu hizmeti sunan devlet kurumusunuz ama konsolide bütçeden size ayrılan pay sınırlı ve siz ancak katkı payları alarak bunu telafi edeceksiniz. Ancak katkı payları enflasyon altında eziliyor, bir çırpıda vakıf kurarsınız ve kamu hizmeti almaya gelen vatandaşlara hizmet görülmeden önce tahsilat makbuzunu kesersiniz. Örneğin, Emniyet’e ait Trafik Şube Müdürlüğü’nden ehliyet çıkarma, araç devri vs. gibi bir işleminiz mi oldu, bir bakmışsınız, kuyrukta size “Polis Emeklilerini Güçlendirme Vakfı’na” ödenmek üzere bir makbuz kesilmiş.
-Abi bu ne iştir? Yardım dernekleri veya vakıflara bağış arzuya tabi değil mi?
-Valla usta, sıraya devam etmek istiyorsan, bastır parayı geç!
Eğer bağış makbuzunun bir suretini işleminizi yapacak trafik memuruna ibraz etmezseniz, memur sizi öbür sıraya geri gönderecektir. Bu işler böyle yürür. Vakıflar, elbette ki faydalı bir takım çalışmalar yapıyorlardır ancak amaç değil, yöntem yanlıştır. Örneğin TEV gibi köklü bir kuruluşun vakıf gelirlerinin çoğu kurucu Koç Grubu’ndan geldiği gibi kişisel bağışlar da arzuya tabidir. Haliyle, yardımı yapan holdinge bağlı kurumlar veya kişilerin yaptıkları bağış, gelir vergi beyanatlarında tahakkuk edecek vergiden düşülür, kamu gelirlerinde bir azalma olur. Bu bağışı yapan kurum ve kişiler, kamu maliyesini yönetmekle yükümlü organların (Hükümet, Maliye Bakanlığı, Hazine) harcama tercihlerinde fazla söz sahibi olamazlarken, vakıflar aracılığıyla kaynaklar istenilen amaçlara kanalize edilebilir. Örneğin, TEV örneğinde, bağışı yapan, bunu vergi olarak ödeseydi, paranın sadece % 6-8’i eğitime harcanacak, %12-17’si savunmaya gidecektir, ama kaynak vakfa aktarılınca miktarın tümü eğitime harcanır.
Bill Gates’in tercihi ise eğitim değil sağlık sektörüne yönelik oldu. Az gelişmiş ülkelerde çocukların aşılatılmasıyla ilgili mali sorunların üstesinden gelmek için Bill ve Melinda Gates Vakfı Küresel Aşı ve Aşılatma Birliği’ne (Global Alliance for Vaccines and Immunizations) geçmiş yıl ve önümüzdeki beş yıl için toplam 3.7 ile 5 milyar dolar arasında değişecek bir bağışta bulundu. Eğer Bill Gates beş milyarlık servetini kar amaçlı başka bir projeye yatırmış olsaydı büyük bir olasılıkla bu yatırım oldukça yüklü bir getiri getirdiği gibi ABD Kamu Maliyesi’ne de ek katkıda bulunacak, kendisi de akabindeki ikinci en zenginden bir kaç adım daha ötede olacak idi. Şimdi ise bu işin kaymağını Afrikalı fakir çocuklar yiyorlar. Biz çenemizi bu konulara yormaya razıyız. Yeter ki zenginler kendi istekleriyle fakirleşmeye razı olsunlar.
İlk yorum yapan olun