Kişilik Yanılsaması ve Unvanlar

Hayat bir tiyatroya benzer derler.

Gerçekten de hepimizin, figüran dahi olsak, içerisinde bir role sahip olduğumuz bir oyundur hayat, tıpkı yaşanmış olan diğer hayatlar gibi.

Tiyatronun ortaya çıkışı da yaşanmış veya yaşanacağı farz edilen bir hayata ait kesitlerin, insanlara sunulmasına dayanmaktadır.

Gerçek hayatta çoğu kez senaryonun içerisinde kaybolduğumuzdan veya yaşamakta olduğumuz reel kaygılar nedeni ile dikkatimizden kaçan ilişkileri, üstelik diğer bazı insanların yorum ve katkıları ile kuş bakışı izleme olanağını buluyoruz tiyatroda. Böylece hayatı daha iyi bir biçimde, değişik bakış açılarına kanalize olarak ile izliyor ve tespitlerde bulunabiliyoruz.

Bir de oyunun içerisine girip orada olup bitenlere bakalım.

Bir romanda geçen olayları, yaşananları, olayın kahramanlarını, yazarın tasvir ve anlatım şeklinin bizde yaratmış olduğu etki ile bizim kendi değerlerimizi birlikte yoğurarak kafamızda canlandırır, adeta sanal bir boyutta bu romanı hayata geçirir yani sanal bir görsellik yaratırız. Bir başka deyişle oyun yazılmıştır ancak bunu kafamızda biz hayata geçirmişizdir.

Bundan farklı olarak tiyatro oyununda geçen olaylar, aktörler ve aktrisler aracılığı ile bizim roman okurken sanal olarak yaptığımızı somutlaştırmaktadırlar.

Bu arada aktörler veya aktrisler bu somutlaştırma sürecinin canlı birer uygulayıcısı olarak karşımıza çıkmaktadırlar. Aktör burada somutlaştıracağı olayı anlayan, yorumlayan yaşayan ve belirtilen kişiliğe bürünen kişidir. O adeta kendi kişiliğinden sıyrılmış, anlatılmak istenen kişi olmuştur.

Bu aşamada aktörün oynadığı kişiliği benimseyip, bu kişiliğin kendi kişiliğinin üstüne çıkmış olduğunu farz edelim. Aktör oyun bitse dahi oynadığı kişiyi yaşatmaya devam edecektir. Kişi kendini sandığı kişi olacak, daha önceki gerçek kişiliği ise yıpranıp aşınmaya başlayacaktır.

Gerçek hayatta da durum böyledir.

Hayata gelmemizle birlikte birçok rol bizim için biçiliyor. Değişik kişilikleri oynamamız isteniyor. Çoğu kez bu rolleri kendimize biçen, oynamaya çalışan da biz olabiliyoruz. Aslında olup biten sadece bu kadar da değil. Bizim dışımızdaki her etmen bize değişik kişilikleri oynamamız için baskı yapabiliyor.

Bu çocukluğumuzda kovboy tabancamız ile “Con Veyn” rolünü benimseyerek başlayabiliyor. Yahut sevgili kız arkadaşlarımız o yaşlarında “Sibel” adlı bebeklerine annelik etme rolünü kendine uygun görüp işe oracıktan başlayabiliyorlar.

Daha sonraki yıllarda toplumsal anlayışımızla birlikte daha karmaşık ilişkilerin içerisine giriyor ve daha fazla roller üstleniyoruz. Aslında toplum içerisindeki davranışlarımızın çoğunun benzer kişilik benimsemeleri ile ortaya çıkmakta olduğu anlaşılıyor.

Sigara ve alkol gibi kötü alışkanlıklara başlamamızın temel nedeni dahi içerisine bürünmek istediğimiz kişiliklerin etkin imgeleri olmalarından aslında. Aksi taktirde sigaraya verdiği keyif neticesinde başlanmaz hiçbir zaman. Bütün tiryakiler bilir ki sigaranın ilk içildiğinde insanın hoşuna gidecek veya zevk verecek bir yanı yoktur. Eğer bir kişilik imgesi nedeni ile ortaya çıkmıyorsa acı bir tada sahip bu maddeyi neden bu kadar ısrarla -hoşumuza gitmese de- deneyelim ki.

Bununla birlikte daha sonraları çalışma hayatımız başlıyor. Birçok yapay davranışın ve kişiliğin var olduğu yeni bir dünyaya giriyoruz.

Bu aşamada bir de işin içerisine unvanlar giriyor.

İşte bu ana kadar ismimiz ve soyadımız ile anılırken Yüzbaşı, İnsan Kaynakları Müdürü, Genel Müdür, Baş Mühendis, Kaymakam, Milletvekili gibi unvanlar elde ediliyor ve bu görevler içerisinde belli davranış şekilleri ve roller kendisini etkin olarak gösteriyor.

Özellikle üst düzey unvanlar elde edilmiş ise, kişi Ahmet veya Mehmet’ken gördüğü itibardan daha fazlasını bu payeler altında gördüğünden ve bu görevler aynı zamanda bir güç ifadesi olarak ortaya çıktığından dolayı kişinin kendi kişiliğini arka plana itmeye başlıyor.

Ve böylece kişi kendini Sn. Paşa hazretleri gibi hissettiği bu payenin altına yapay bir kişilik oturtarak bu unvanı bir kişiye dönüştürmekte güçlük çekmiyor.

Örneğin “Baba” lakaplı eski bir Cumhurbaşkanımız kendisinin aslında adı ile anılan kişi değil de “Baba” olduğuna öyle inanmış ki, sonunda emekliliğinde almış olduğu arabanın plakasına, bu kez kendi iradesiyle ve inanarak, “Baba” yazdırıvermiş .

Çalıştığımız işyerlerinde de insanların üst düzeye çıktıkça benzer davranışlar gösterdiğini görmekteyiz. Hatta kişilik krizi bu ortamlarda daha çok yaşanıyor.

Çoğu kez bu durum o kadar belirginleşiyor ki bazı kişiler ücretle çalıştıkları işyerleri söz konusu olunca onu cansiparane bir biçimde savunuyor veya onu olduğundan fazla yüceltiyor. Eğer bir şahıs kalkıp da çalıştığı şirket hakkında ileri geri konuşursa kişi ailesini savunurcasına şirketinin kişiliğine olan bu hain saldırıya karşı koyuyor.

Aslında burada olup biten yazımın başlarında oluşan yanılgıdır.

Bir tiyatro oyuncusu Kral Richard’ı oynuyor ve geri kalan hayatına Kral Richard olarak devam ediyor. Bu yukarıdaki örneklerde anlattığım ile aynı şey gerçekte.

Bütün bu yaşananlar aslında bir kişilik zafiyetinin etkisi ile ortaya çıkmaktadır: Eğer kişi, kendi kişiliği ile yukarıda sözü edilen yaşama gücünü hissediyor ve o kişilikle yaşamanın sonucunda mutlu olmayı başarıyorsa önemli bir görev sahibi dahi olsa kendi kişiliğini yitirmeden yaşayacaktır. Bu kişiler üstlendikleri görevlere kendi kişiliklerinden kaynaklanan katkılarda bulunarak o işi ileriye götürebileceklerdir.

Yoksa, sahip olduğu unvandan güç alarak o göreve katkı yapmak olanağı sınırlıdır.

Yorumlar

İlk yorumu siz yapın

Yanıt Ver

E-posta adresiniz yayımlanmayacak.




Loading Facebook Comments ...