Kültürel Korumacılık

Kültürel Korumacılık

Kültür, anlamını tam olarak irdelemeden kullandığımız bir sözcüktür. Kimi zaman da medeniyet sözcüğü ile eşit olarak kullanırız. Bazen bu sözcüğü, terbiyeli, bilgi seviyesi yüksek gibi nitelemeler için de kullanırız.

Kanımca kültür sözcüğü, medeniyet sözcüğünün içerisinde bir safha veya bir fonksiyon olarak algılanmalıdır. Medeniyet ise insanların ilkel yaşantısından başlayıp, toplumsal yaşama kadar uzanan, içerisinde gelişmiş ve karmaşık sosyal olgular taşıyan ve halen tamamlanmamış bir gelişme sürecinin ifadesidir diyebiliriz. Öyleyse kültür, bu karmaşık ve gelişmiş toplumsal sürecin içerisinde, “tarz” diyebileceğimiz ilişkileri ifade ediyor olmalıdır.

Yaşamakta olduğumuz dünyaya bakacak olursak birçok coğrafyaya veya birçok millete ait kültürlerden söz etmek mümkün. Söz gelimi Arap Kültürü, Batı Kültürü, Anglo Sakson Kültürü, Afrika Kültürü, Asya Kültürü, Kuzey Amerika Kültürü vb. gibi.

Yüzyıllardan beri dünya belli bir iletişim fakirliği yaşadığından dolayı çok yüksek bir kültür etkileşimi söz konusu değildi. Bununla birlikte coğrafya keşiflerin başlaması ile birlikte, daha önce, komşu kültürler arasındaki düşük seviyede gerçekleşen etkileşim artmaya başladı.

Söz gelimi Arap kültürü ile komşusu Türk kültürü etkileşebilirken, Avrupa kültürünün Hint ve Uzakdoğu Kültürleri ile etkileşmesi için coğrafya keşiflerinin başlaması gerekecekti.

Son yüzyıl içerisinde ise iletişim, anlık bilgilerin bile Dünyanın diğer tarafına bir saniyeden kısa bir sürede aktarılacağı seviyelere ilerledi.

Bütün bu olanakların sonucunda, ticaret ve gelişmişliği elinde tutan batı ülkelerinin kültürü tüm dünya kültürlerini etkilemeye başladı.

Etkileyen kültürün batı ülkelerinin kültürleri olmasının temelde iki nedeni vardı. Bunlardan birincisi ve basit olanı dünyada ticari hakimiyet kurma ve güçlü olabilme uğruna yapılan reklam ve propagandalardır. Burada bahsetmek istediğim propaganda türü, bir misyonerin yapmış olduğu bilinçli propaganda ve reklam ile birlikte, bir politika gütmeden diğer ilişkiler neticesinde yapılan bilinçsiz reklamlardır. İkinci ve önemli neden ise bati kültürünün içeriğinin kapsamlı olmasıdır. Benim asıl üzerinde durduğum da bu etmendir.

Bununla birlikte, yazdıklarım dolayısı ile oluşabilecek kanı, kültürleri bir ölçek üzerine oturtup bu veya şu, diğerinden önemli kültürlerdir demek de olmamalıdır. Yani matematik de kullandığımız ‘Büyük’, ‘Küçük’, ‘Eşit’ gibi karşılaştırıcı ilişkiler içerisine sokmamalıyız bu konuyu . Bu işaretler sonuç almamızı engelleyecektir.

Daha açıkça belirtecek olursam bir Yeni Zelanda Mauri Kültürü, Batı Kültüründen on kat aşağıdadır demek konuyu tamamen saptırmak olacaktır.

Öyleyse bir kültürün diğer halkların kültürleri üzerine yapmış olduğu aşındırıcı etki nasıl açıklanacaktır.

Şöyle ki kültürler, insan topluluklarının dünyada yaşamları sırasında ihtiyaç duymuş olduklarını elde etmek için geliştirmiş oldukları çözümlerdir aslında. Yani her toplum hayata karşı kendi başına çözümler geliştirdiği sürece kültür yaratılmaya devam edilecektir. Örneğin eğlence, toplumsal olayları anlatabilme, gösterebilme ve aynı şeyleri gözleme ihtiyacı Tiyatro Sanatını ortaya çıkaran etmen olmuştur. Böylece toplumlar kendi bulmuş olduğu bir yol ile duymuş olduğu ihtiyaca çözüm getirmiş olmaktadır. Veya bir Eskimo’nun elinde bulduğu olanaklar dahilinde soğuğa karşı koymak için geliştirdiği çözüm, Eskimo mimarisini ortaya çıkartmıştır (iglo). Veya bir kentin güzellik ihtiyaçlarına çözüm getirilmesi gerekliliği ise Mimarinin, Estetiğin ve belki de Peyzajın ortaya çıkmasına neden olmuştur.

Demek ki kültürlerin oluşmasında temel etmenler bir ihtiyacın söz konusu olması ve o ihtiyacın elde edilmesi veya bir problemin çözülebilmesi için o ihtiyacı duyan toplum tarafından kendine ait bir tarz ile bir çözüm bulunmasından geçmektedir.

Bu açıklama benim iletmek istediğim düşünceler içerisinde kilit rol oynamaktadır. Örneğin bir toplum diğer coğrafyalarda yaşayanlara bakıp ihtiyaçlarını belirliyor ve/veya onların çözüm tarzları ile sonuca ulaşıyorsa, o toplum halihazırdaki kültürel varlıklarına da asla bir katkıda bulunamaz.

Örneğin Çin Kültürü hastaların tedavisinde akupunktur diye bir çözüm geliştirirken Hint kültürü psikolojik ihtiyaçlar için yoga gibi yöntemlerle çözüm bulmuştur binlerce yıl önce. Bugünkü Batının ise gelişmiş tıp bilimi, pozitif analize dayalı çözümler geliştirmiş ve psikanaliz gibi çok gelişmiş psikolojik yöntemler kullanmaktadır. Bununla birlikte akupunktur ve yoga gibi bin yıl öncesine dayalı Çin ve Hint kültürünün ürettiği çözümler halen genel kabul görmektedir.

Demek ki kültür etmenlerini oluşturan faktörler içerisinde en önemlisi özgün çözüm geliştirme olgusudur.

Bugün ülkemiz gibi diğer kültürlerin etkileştiği ülkelerde aşağıdaki gibi kaygılı bir söylem vardır: “Kültür emperyalizmine karşı kültürümüzü koruyalım”.

Tıpkı bir başkası gibi: “Türkçemize sahip çıkalım ,koruyucu önlemler alalım,yoksa yabancı diller Türkçemizi yok edecek”.

Bu iki cümlenin aslında birbirinden farkları yoktur; çaresizliğin verdiği bir koruma kaygısı, her ikisinde de hissedilmektedir.

Peki, ne yapmalı? Kültürümüzü devlet korumasına mı alalım? İnanın ki bu hiçbir şeyi değiştirmeyecektir. Neden mi? Benim yukarıda birçok satır yazmama neden olan etmenlerden dolayı.

Öncelikle ihtiyaçlarımızın arayışını yapmıyoruz, ancak dünyanın ihtiyaç olarak gördüklerini ihtiyacımız olarak seçiyoruz. Gerçekte hayatımızın her kısmında bu böyle devam ediyor. Hep başkaları gibi üzülüyor, başkaları gibi eğleniyor, duygularımızı başkalarına endeksliyoruz.

Oysa ki dünyada yeni bir şey ortaya koymuş olan kişiler veya uluslar da başkalarının bilgi birikimlerinden yararlanmışlar ancak kendi ihtiyaçlarını kendileri belirlemiş ve çözümü de kendi başlarına aramışlardır.

Düşünün bir kere Avrupa’da yaşananları. Onlar hiç kimsenin yapmadığı bir biçimde dünyanın yuvarlak olduğu dahi bilinmeyen günlerde aylarca süren seyahatlere çıkmışlar. Yeni yerler görüp yeni problemler ve ihtiyaçlarla karşılaşmışlar, buna çözüm geliştirmişler. Aynı şekilde havacılık konusunda korkmadan, yılmadan birçok ölüme rağmen, aynı istikamet doğrultusunda devam etmişlerdir.

Bizim şu an bile şaşırdığımız birçok şeyi bu toplumlar neden ihtiyaç hissetmişler diye düşünmek gerek. Bizim bu istekleri hissetmememizin temel nedenleri arasında Osmanlı toprak ve idare sisteminin koyunlaştırdığı ve dinin de bu politikada kullanılması ile yüzyıllar süren bir kullaştırma süreci sonucu halen aşmakta güçlük çektiğimiz insan-kul-koyun ilişkisinden kaynaklanmaktadır.

Ne acıdır ki halen çözümleri korumacılıkta aramaktayız.