Pazar, Yağmur ve Çocuk

Pazar, Yağmur ve Çocuk

pazar

Haftanın her günü, şehrin bir yerinde bir pazar kurulur. Pazarlar, adlarını semtin adından ya da kurulduğu günden alırlar: Salı Pazarı, Cuma Pazarı…… Bazen iki adı birden olur pazarın: Kemircek Pazarı ile Çarşamba Pazarı aynıdır, örneğin. Yağmur yağsa, fırtına çıksa, don olsa fark etmez, gününde kurulur pazar.

İnsanlar yalnızca, bir şeyler satmak ya da almak için gelmezler pazara. Ağır bezlerin yama tutmayan yırtıkları, beton duvarlar arasından dünyaya açılan pencereler gibidir. İçinde kalabalık, gürültü, ağız dalaşı, kavga, çöp, pislik, hepsinin yer aldığı. İnsanların yaşayıp yaşamadığını anlamak için nabzına bakıldığı gibi, mahallelerin canlı olup olmadığına da semt pazarlarında bakılabilir. Kokuların renklere, seslerin yüzlere karıştığı sokak aralarında.

Pazarın kurulduğu mahalle, sabah erken kalkar; yüklü kamyonlar yanaşır sokağa; kaldırım diplerine kazıklar çakılır, ipler düğümlenir kazıkların çentiğine, gökyüzü görünmeyecek şekilde bezler gerilir iplerin ucuna.

K’de Cuma günü, çarşının üstündeki yola kurulur pazar; yol geniş olduğundan satıcılar, ara sokaklara sızmadan yol boyunca dizilir. Öğlene doğru, renklerin birbiri içinde dalgalandığı, seslerin iç içe geçtiği bir cümbüşe döner pazaryeri. Çocuk sesleri, pazarcıların bağırışları, el arabalarının cızırtıları, göğe ağan yoğun bir uğultuya dönüşür. Çarşı tarafından gelindiğinde, girişte patates, soğan, ilerisinde yumurta, peynir, kuru bakliyat, istasyona doğruysa sebze meyve tezgahları yer alır. Sinemanın önünde iplik, kumaş ve her türlü giysinin satıldığı büyük tezgahlar ve ana yola doğru da plastikçilerle mutfak gereçlerinin satıldığı tezgahlar sıralanır. Bazen, tencere, çaydanlık tamircileri de gelip yol başında beklerler. Bu arada, en küçük bir esintide yolu kekik, reyhan, biberiye, taze nane kokusuyla dolduran baharatçıları, yanık kahve kokusuyla tüm pazarı kuşatan yemişçi dükkanını ve önlüklerine koydukları limonlarla insanların peşinde çığırtan küçük gezgin satıcıları unutmamak gerek. Beş limonla başlayan pazarlık, çok geçmeden aynı fiyata on limon satılarak son bulacak. Satıcı, cömert ve hileci; alıcı, uyanık ve tutumlu….. Ama en önemlisi, ticaretin altın kuralı : Alan da hoşnut satan da.………

yağmur

Bugün ortalık sakin, sabahtan beri hafif bir yağmur var; bir başlayıp, bir kesilen. Yağmurla birlikte sokakların rengi koyulaşıyor, adımlar telaşlı, az önce kaldırımda yürüyenlere kur yapan taksiler, şimdi burnundan kıl aldırmıyor; önüne çıksan durmayıp ezecek. Bulutların perdelemesinde, hava karanlık, yağmur taneleri, gün ışığına duyarlı sokak lambalarının altında görünüp, sonra yitiyorlar.

çocuk

Benim çocuğum olduğunda, onunla alışverişe çıkarsam beğendiği şeyi param varsa alacağım, yoksa almayacağım. Ama böyle pazarın ortasında bağıra, bağıra yok bin lira daha inerseymiş, yok çocuğun bayramlığı yokmuş; satıcıya ne ki bunlardan. Al işte, herkes bize bakıyor. Bu pazar da öyle küçük, öyle sıkışık ki bir ucunda konuşsan öbür ucunda duyuluyor.

Tanrım, şu babamı sustur, ya da anlaşsınlar. Neredeyse bir saat oldu, burada tanımadığımız bir adamla laklak ediyoruz. Yemin ederim anlaşsalar bile, bu pantolonu giymeyeceğim. Zaten, sokağa pantolonsuz çıksam, ancak bu kadar rezil olurdum. Eyvah, Zeynep değil mi o ? Neyse, şimdilik bizi fark etmedi.

Pantolonu almadan gidersek, çocuk zırlamaktan üç gün huzur vermezmiş; yani ben. Baba insaf artık, bunu nasıl söylersin ? Binlerce kez yemin ediyorum, alsak bile bu pantolonu giymeyeceğim. İşte, Zeynep de fark etti; ama ince kız, görmemezlikten geliyor. “Merhaba” dese, şu anda bu sözcüğün beni ne kadar yaralayacağını biliyor. Neyse, şu şişko kadın araya girdi de, satıcı onunla konuşmaya başladı. Yağmur damlaları da iyiye işaret.

Artık babamdan kuşkulanıyorum: Gerçekten beni mi düşünüyor, yoksa masraf çıkartıyorum diye beni bu duruma mı düşürüyor ? Keşke pantolon lafı hiç açılmasaydı.

Satıcı son kez soruyor, artık sesi sinirli. Babam, satıcının sesindeki gizli mesajı alıyor ve cüzdanına davranıyor. En sonunda…

Pantolon artık benim. Hızlanan yağmurla birlikte adımlarımız da sıklaşıyor. Babam yolda dönüp, dönüp bana bakıyor; sevinçli olmamı istiyor. O anda aklıma bir şey takılıyor, bu kez söylüyorum: Komşular geldiğinde, babam “kızım pantolonunu giy de gel teyzenler görsün” demeyecek; anlaşıyoruz. Hafifçe elini sıkıyorum, gülümsemek geliyor içimden, gülümsüyorum.

Yağmur yağıyor…

Burak Kaya hakkında
Müzisyen, yazar.